26 Kasım 2015 Perşembe

2016 Koşu Takviminizi Belirlediniz mi?






Atletizm Federasyonu 2016 yılı Faaliyet Takvimini kesinleştirip açıkladı, geçen yıl yaptığım gibi katılacağım koşuları yine bu liste üzerinden belirleyeceğim. En azından çakışan yarışları, yeni yapılacak koşuları derli toplu görme imkanı veriyor bu liste.
Şimdi benim ilgimi çeken, yurt içi ve yurt dışı koşuları belirledim, gönül ister hepsine katılmak ama zor... yine de listeyi incelemek güzel. O zaman Ocak 2016'dan başlayalım, benim ilgimi çekenlere bakın, sonra da Atletizm Federasyonu'nun linkine tıklayın, tamamını görün:

22 Ocak Dubai Maratonu

21 Şubat Trabzon Yarı Maratonu

6 Mart Paris Maratonu
6 Mart Runatolia
27 Mart Tarsus Yarı Maratonu
27 Mart Alanya Atatürk Yarı Maratonu

3 Nisan Paris Maratonu
10 Nisan Rotterdam Maratonu
10 Nisan Viyana Maratonu
16 Nisan Belgrad Maratonu
17 Nisan Hamburg Maratonu
24 Nisan Londra Maratonu
24 Nisan Vodafone İstanbul Yarı Maratonu
24 Nisan Bodrum Global Run

8 Mayıs Wings For Life İzmir
14 Mayıs New Balance Bozcaada Yarı Maratonu
19 Mayıs Samsun Yarı Maratonu
29 Mayıs Uluslararası Dostluk Yarı Maratonu Edirne

9 Eylül İzmir Yarı Maratonu
9 eylül Berlin Maratonu

23 Ekim İstanbul Büyükada Run
30 Ekim Frankfurt Maratonu

12 Kasım 38. Vodafone İstanbul Maratonu

11 Aralık Mersin Maratonu

Evet benim çıkardığım koşular bunlar, elbet daha çok yarış var listede, hatta bu listede olmayan, mesela Cunda Koşusu, bu yıl ikincisinin yapılması beklenen Kaçkarlar Ultra Maratonu, 15-16-17 Temmuz 2016'da ilk kez yapılacak olan Aybastı Ultra Maratonu/Ordu koşusu da ilgi alanıma giriyor açıkçası.
Kaçkarlar ve ya Aybastı'dan bir tanesine katılarak İzmir'in sıcağından kaçıp Temmuz ayında Karadeniz'in yaylalarında koşmak inanılmaz güzel olacak diye düşünüyorum. Aybastı'nın kayıtları da başlamış vaziyette bu arada, belirteyim.

Siz de bence kağıdı kalemi elinize alın, 2016 koşu takviminizi çıkarın, uçak biletlerinin peşine düşün derim. Erken kalkan yol alır...

http://www.taf.org.tr/2016-yili-faaliyet-takvimi-kesinlesti/

28 Ekim 2015 Çarşamba

İzmir'e Bir Armağan: Asics Çeşme Weekend


Biraz geç olsa da Asics Çeşme Weekend Yarı Maratonu raporumu kaleme alayım dedim, geç olsun güç olmasın diyerek sizi buyur edeyim yazıya:
"İzmir'de niye bir profesyonel koşu yok" hayıflanmamızın üzerine geldi bu Çeşme'de Asics sponsorluğunda koşu haberi.

Haliyle koşu sporu ile haşır neşir olan herkesi heyecanlandırdı. Zira İzmirde düzenlenen bir kaç koşu hem amatörce hem kusurları bol koşulardı ve İzmirli koşucular olarak profesyonel koşulara katılmak için farklı şehirlere gitmek durumundaydık. Bu anlamda tabi ki hiç düşünmeden hemen kaydımızı yaptırdık. İzmir'e bu kadar yakın bir koşu organize ediliyor ve katılmamak elbetteki düşünülemezdi. Gelibolu koşusu ile tarihinin çakışması katılımı düşürse de yarış sabahı  Çeşme'ye gittiğimizde gördük ki sayı hiç de yetersiz değil.

35 derece sıcakta 9 Eylül İzmir'in Kurtuluşu yarı maratonunda ilk kez bu mesafeyi (21k) koşmuş, daha doğrusu koşmaya çalışmış bir koşucu olarak çok şey beklediğim bir organizasyondu Asics Çeşme Weekend. Bir de uygun fiyata Love You Otel'de oda bulunca eşim ve oğlumu da yanıma alarak Çeşme'ye doğru sabahtan yola çıktık. Önce otelimize yerleştik, sonra minik adımlar koşusunda ter dökecek 5 yaşındaki oğlumu start noktasına götürdük.




Önde bir tavşan abla, arkada minikler, startla bir koşmaya başladılar, tabi bizimkiler yani oğlum Güney ve sınıf arkadaşı Dila geride kaldı, yetişkin desteği olarak ben ve babası Emre Tuncer piste daldık. Ellerinden tutarak iki küçük sporcumuzla koşuyorduk lakin dönüş yerine gelmeden dönmeye karar verdik. Zira çocuklarımız yaşça büyüklerin arasındaydı, tam turu atmaya kalkarsak 40 dakika sonraki kendi koşumuzun startını bile kaçırabilirdik. :) Küçük bir şike ile erken dönüş yaparak finişe geldik. Madalyasını alan Güney ve Dila inanılmaz mutluydu.. Onları annelerine teslim ederek start noktasına geçtim. Startın verilmesiyle kalabalığın içinden kendime bir yol açmaya çalıştım. Niyetim 5.50 pace ile koşmak, yarışı 2 saat altında bitirmekti. Ancak kalabalıktan sıyrılma çabası, bir de ortamın hızı yüzünden tempomu bir türlü ayarlayamıyordum, 5.30 ile geçiyordum kilometreleri. Bunun başıma iş açacağının farkındaydım ama bir türlü de hızımı düşüremiyordum. 8. km'de bulunan dönüşe geldiğimde hızım hala 5.30 seviyelerindeydi ve güneş nedeniyle sıkıntılı anlar yaşıyordum.
Dönüşle beraber güneşin yerine rüzgar devreye girdi. Sert rüzgar hem koşuyu zorluyorken, hızlı çıkmamın bedelini tempomu kaybederek ödüyordum. Nerdeyse 6 pace ile koşar vaziyetteydim artık. Ancak eklemeden geçmeyeyim, parkur güzel, inişli çıkışlı ve başarılı işaretlemeleri ile organizasyon ekibi işin hakkını vermiş diyebilirim. Velhasıl start noktasından geçip Çeşme Çarşı içinden Ayayorgi Koyu'na doğru yol alırken tüm ritmimi kaybetmiş 6.20 pacelere inmişti hızım, ama azimliydim, bu yarışı bitirecektim. Son dönüşleri yapıp ayayorgi sapağına döndüğümde süre 2 saati geçmişti. Hedefimi tuturamamıştım ama izmir yarı maratonu derecemin neredeyse 10 dakika önündeydim. Paparazzi Bech Club'deki finiş noktasına geldiğimde beni eşim ve oğlum karşıladı. Birşeyler yiyip organizasyonun masaj çadırlarına attım kendimi, zira kalflerim uyuşmuştu neredeyse. Küçük bir masaj sonrası Paparazzi'ye girdim, benden önce yarışı tamamlamış arkadaşlar hamburger bira kuyruklarındaydılar. Yarış sonrası birşeyler yiyip içebilmek inanılmaz iyi geldi diyebilirim. Karnımız doyduktan sonra hafif topallayarak otele doğru yol aldık ve önümüzdeki sene de katılma yolunda Flamme Rouge takımından arkadaşlarım Umut Kasım Şebnem ve Hakan ile ayaküstü hem yarış kritiği yaptık hem de seneye daha kalabalık bir ekiple buraya gelmemiz gerektiğine karar verdik.




Organizasyona gelirsek, kiti katileti yapmışlar, özellikle tişortu gayet başarılıydı. Asics farkı sanırım bu. Start noktası, parkur seçimi ve parkur işaretlemeleri iyiydi, su istasyonları da başarılıydı. Hiç bitmiş su istasyonundan geçmedim, 2 saat üzeri koşmama ragmen üstelik. Koşu sonrası ikramlar ve denizde, beach club'da finiş verilmiş olması ayrı bir güzellik, denize girme fırsatım olmadı ama önümüzdeki sene bunu da yapmayı planlıyorum. Genel olarak baktığımızda İzmir'in kaliteli bir koşu ihtiyacını karşılayan bir işe imza atmış organizatörler Asics Çeşme Weekend ile. Sanıyorum katılımdan da memnunlar ki seneye de düzenleneceğine dair konuşmalar finiş yerinde dillendiriliyordu. Bu anlamda seneye daha iyi bir derece hedefiyle yine start noktasında olacağız, oğlum Güney'le beraber...

Koşu Strava Kaydım: https://www.strava.com/activities/405490075

18 Eylül 2015 Cuma

Mülteci Çocuklar İçin


Göçmenler için mış gibi yapmadan harekete geçmek isteyenler diye bir liste yayınlamıştı bir kadın, haberlere konu oldu, röportajlar yapıldı kendisiyle. Üzülmenin ötesinde birşeyler yapmak isteyenler için yardımda bulunabilecekleri yapıların listesini çıkarmıştı. O listede Halkların Köprüsü Derneği de vardı, Suriye savaşı ile beraber ortaya çıkan mülteci sorununa merhem olmak için izmir'de biraraya gelmiş insanların kurduğu bir dernek, başında da profesör Cem Terzi var.
Velhasıl, malumunuz ben biraz koşuyorum ve 3 Ekim'de Çeşme'de bir koşu var, Asics Çeşme Weekend adıyla. Ben bu koşuda Halkların Köprüsü Derneği yararına koşmak istiyorum, misal siz de beni desteklemek, Halkların Köprüsü Derneği'ne bağış yapmak ister misiniz? Ama 10 lira ama 50 lira ama 100 lira ama 1000 lira, takdir sizin. Yapacağınız bağışlar beni motive edeceği gibi, bir bebeğe mama, bir hasta çocuğa ilaç, bir üşüyene battaniye olacak. Yapmanız gereken şu,

Halkların Köprüsü İş Bankası
IBAN: TR35 0006 4000 0013 3720 0190 24
HESAP NO: 3372 19024
buraya bağış yapmak, yaparken açıklama kısmına "Alpay Koşu" yazmak veya yazdırmak, yaptığınız bağışı da altta yorum yap kısmından ya da facebook üzerinden (https://www.facebook.com/alpaysonmez75) özelden bana mesajla belirtmeniz. Böylece ben de toplanan bağışı takip edebilir, koşu sonrası burdan sizleri bilgilendirebilirim. Teşekkürler, yüzümü kara çıkarmayın, göreyim sizi :)
Not: Zaman zaman bu iletiyi paylaşacağım koşuya kadar, görmeyenlere gösterebilmek adına, siz de forward ederseniz, paylaşırsanız, daha çok insana ulaşabiliriz.

7 Eylül 2015 Pazartesi

9 Eylül İzmir'in Kurtuluşu 3. Yarı Maratonu ya da Sıcakla Mücadele Koşusu



İzmir... Türkiye'nin batıya açılan yüzü, Türkiye'nin en modern kenti, Türkiye'nin en güzel kenti, Kordonboyu, Karşıyakası, Göztepesi, İnciraltısı... Herkesin güzelliği konusunda nerdeyse hemfikir olduğu bir kent İzmir, sadece bu kadar mı? Yılın nerdeyse 12 ayı güneşi olan, iklimi ile de güzel bir kent. Sıcak mı? Evet nemle birleşince sıcağı insanın canını bezdiren bir hale bürünüyor, ama o kadarı da olur artık diyerek mazur görülebilir bu sıcak mevzusu.
Şimdi koşuya uygun bir kent olup olmadığına baktığımızda yukarıda saydığımız bir çok artı, aynı zamanda koşu için de bir artı demek. Sahil bandı olması, ikliminin uygun olması hepsi birer artı değer bu spor için. Bir tek koşu gibi yüksek enerji ve uzun süreli efor gerektiren bir faaliyet için tek olumsuz yönü yüksek sıcaklık ve nem. O zaman bir spor organizasyonu yapıyorsanız bu şehirde, tek dikkat edeceğiniz kriter sıcaktır ve dolayısıyla bu organizasyonu yaparken tarih seçimi ve en önemlisi saat seçimi çok önemli oluyor.
Bu yıl 3. kez düzenlenen 9 Eylül İzmir'in Kurtuluşu Yarı Maratonu değerlendirmesi olacak bu yazı, yukardaki girizgah da bu koşunun temel sorunu olan saat tercihine vurgu yapmak içindi. Yazının içinde buna tekrar değineceğim, ama önce genel bir değerlendirme yapalım.

İzmir'in büyük eksikliğiydi böyle bir yarış. Cunda, Bozcaada gibi adaların bile bir yarışı varken, Türkiye'nin en büyük şehirlerinden birinde bir koşu organizasyonu olmaması büyük eksiklikti. Bu anlamda İzmir Büyükşehir Belediyesi 3 sene önce, amatörce, haliyle büyük sorunlarla başladıkları yarı maraton serüveninde her sene iyileşme göstererek bu seneki koşuyu da tamamladı.
Özellikle bu senenin en büyük artısı parkurun değişmesi oldu. Sahil bandına alınan koşu düz bir koşu haline geldi, bu da sporcuların sakatlanma riskini fazlasıyla azalttı. Ancak 6 Eylül Pazar günü yapılan bu koşu tarihinde İzmir, halen yazın hüküm sürdüğü bir kent. Hele ki sabah 09'da sıcaklık 32 dereceydi, finişe gelindiğinde ise 35 dereceleri geçmişti sıcaklık ve nemle beraber nabız 170'lerde koşan insanlar için bu büyük tehlike arzediyordu. Haliyle koşu süresince arkamızdan önümüzden ambulanslar yere yığılan sporcuları taşımakla uğraşıp durdu. Çok zorlanarak koştuğum yarışta sadece ben 3 sporcunun ambulansa sedye ile taşındığını gördüm, 21 km'lik bir parkurda ben 3 tane gördüysem çok rahat "10 üzeri sporcu sıcak çarpması sonucu fenalaştı" demek iyimser bir tahmin olur gibime geliyor.
Koşu öncesi bir imza kampanyası açarak ve bu imza kampanyasını İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na hitaben "başkanım bizim için 6'da kalkar mısınız?" diye haberleştirerek koşu saatinin 07'ye çekilmesi için bir grup arkadaş didindik, ancak başarılı olamadık. Olamadığımız gibi çeşitli değeri kendinden menkul, site yönetimi tandanslı koşu çevreleri tarafından koşuyu sabote etmekten tutun, başkan'a terbiyesizlik yaptığımıza, sosyal medya teröristliğine kadar binbir sıfat üzerimize yakıştırılarak yoğun tepkiye maruz kaldık.
Bir de eklendi; "Zorla mı koşturuyorlar sizi? koşmayın"
Şu koşuda fenalaşanlara bu cümleleri kurmalarını salık veriyorum o kesimlere şimdi. 07'de niye olmayacağını bize anlatmaya çalışanların temel gerekçelerinden birini şöyle ifade etmişlerdi: "sabah o saatte hiçbir İzmirli koşuyu izlemeye gelmez, bu yarış İzmir'in kurtuluşu için yapılıyor, halk 7 deki koşuya nasıl gelsin, 9 da olacak ki halk gelip izleyecek"




İzmir'i ve İzmirliyi de tanımayan bu kesimin bu gerekçesinin de boş olduğunu koşu günü gördük. 39 derece sıcakta bir pazar günü İzmirli şehirde kalmaz, Cuma'dan Çeşme'ye, Seferihisar'a, Foça'ya akar, şehir zaten bomboş olur. Netekim koşarken özellikle dikkat ettim, bir tek Göztepe Üst Geçidi altındaki gölgede 4 kişi vardı tüm parkur boyunca koşanlara destek veren, bir de Cumhuriyet Meydanı'na geri dönerken PTT önünde 10 metrelik bir seyirci topluluğu vardı. Onlar da zaten koşucuların aileleri, eşleriydi. Neyse...
Dönelim sıcağa, bakın koşu yüksek eforla yapılan bir spor ve yarı maratonu elit atletler 1 saat 10 dakika civarı bitirirken bizim gibi bu işi amatör olarak yapanlar 1 buçuk saat ile 2 buçuk saat arasında koşarlar. Bu esnada 2000 kalori yakarlar, 1 litrenin üzerinde su kaybederler, nabızları 160 üzeri seyreder. Böylesi efor gerektiren bir spor için organizasyon yapıyorsanız, tarihin şehir için bir önemi varsa, yani tarihi değiştiremiyorsanız yapacağınız şudur, ya saati geriye çekeceksiniz, ya da saati geri çekeceksiniz. İzmir'in kurtuluşu yerine 29 Ekim'i tercih ederek koşunun tarihini değiştirme imkanı varken bunu tercih etmiyorsanız, İzmir'e özel olsun anlamı diyorsanız o saat uygun değil, iki iki daha dört. Bu haliyle cidden koşulacak gibi değil, benden söylemesi.

                         Buzlu su ve sporcu içeceğimden oluşan iki şişelik kitim ve ben

Gelelim koşu sabahına, sabah 08 gibi Cumhuriyet Meydanı'nda toplanmaya başladık, ısınmalar bittikten sonra bir elimizde sporcu içeceği bir elimizde akşamdan buzluğa koyduğumuz donmuş küçük su şişesi ile start noktasındaki yerimizi aldık. 09'da startın verilmesi ile koşu başladı, ilk kilometre görece rahattı zira binaların gölgesinden faydalanıyorduk. Konak'ı geçtikten sonra güneşle başbaşaydık, sünger istasyonu hızır gibi yetişti, ensemizden başımızdan boca ettik süngerdeki suyu. Bu arada yol boyu sporcu içeceğini tüketirken su istasyonlarından aldığım suyla duş alıyordum. İlk 10k sonunda 3. kilometrede buzu çoktan eremiş suyu ve sporcu içeçeğini tüketmiş, yol üzerindeki su istasyonlarının insafına kalmıştım. 10k dönüşünü yaptıktan sonra vücut sinyalleri vermeye başlamıştı zaten. 15k noktasına geldiğimde mental olarak beni bitiren düşünceler beynimde dolanmaya başlamıştı, zira maksimum nabzı 180 olan ben, 175 nabızla gidiyordum son 5k boyunca. "Bu sıcakta zorum ne, sanki kürsü göreceksin, derdin ne, ohooo daha 6k var, hayatta bitiremezsin sen, zorlama, bak çocuğunu düşün, ona baba lazım daha" gibi düşünceler beynimde dönmeye başlamıştı. Zaten bu noktaya geldiğinizde çevrenizde sizi çekecek, motivasyonu yüksek bir arkadaşınız yoksa, geçmiş olsun. 4 kişi koşuyorduk ama haleti ruhiyemiz hepimizin aynıydı.
Sıcak arttıkça artıyor, bu düşünceler de beynimizde dönüyordu. 16. kilometre de bu aslında mantıklı argümanlarıma yenilerek yürümeye başladım, benle bir bir sürü koşucu da yürüyordu, kimisi sıcağa serzeniş ederken, kimisinden galiz küfürler çıkıyordu. 17-18. kilometrelerde yürürken önümüzde fenalaşmış bir sporcuyu daha sedyeyle ambulansa yüklüyorlardı. Bu arada sıcaklık 35'leri bulmuştu.
Hemen şunu belirteyim, suya en fazla ihtiyaç duyulan yer son 5 kilometrelik dilimdir, öncesinde vücut daha dirençli, elinizde su olabiliyor vs, ancak 15k dan sonra vücut zaten tükenmişken, bir de susuzluk insanı bitiriyor. Eğer önümüzdeki sene neler değiştirilmeli diye soru sorsalar bana, 15k'dan sonra her iki km'de bir hatta her kilometrede, özellikle soğutulmuş su istasyonu isterdim. Son sünger istasyonunda süngerler de bittiği için abi legenin içindeki suyu tek süngere alıp yüzümüze çarpıyordu. Öyle bir yoksunluk hali vardı 15k sonrasında su namına.
19.km'de "en azından parkuru koşarak bitireyim" diyerek tekrar koşuya başladım, düşük tempo giderek koşuyu tamamladım, tabi beklediğim sürenin yaklaşık 10 dakika üzerinde bir dereceyle. Ambulansa veya geride koşamayıp kalan sporcuları toplayan otobüse binmeden finişe ulaşan şanslı sporculardan biri olarak Büyükşehir Belediyesi'nin kurduğu duş, belki de şu koşunun en güzel anıydı. Atatürk Anıtı'nın yanında bulunan 3 adet duşta koşu sonrası serinlemek, denize girmek gibiydi, belirtmeden geçmeyeyim.




Peki genel olarak koşuyu anlattığımıza göre, bu koşunun olumlu ve olumsuz yanlarını madde madde yazarsak manzara nasıl görünecek bir bakalım:

Olumlu Yönler:
1-Parkur deniz kenarına alınmış olması
2-Yarış sonu duş imkanı
3-Parkur'un 8. kilometresindeki yağmur efekti yapan  "fışkiye"
4-10k su istasyonundaki soğuk sular
5-Ambulans hizmeti
6-Ücretsiz bir koşu olması

Olumsuz Yönler:
1-Başlangıç saatinin bu sıcaklar için uygun olmaması
2-15k-21k arası sadece 1 tane su istasyonu olması
3-Suların genelde sıcak olması
4- Son sünger istasyonunda sünger kalmaması

Önümüzdeki Sene Mutlaka Yapılması Gerekenler:
1-Saatinin mutlaka 07'ye, en kötü 08'e çekilmesi,
2-Parkur'un 8. kilometresinde kurulu olan "fışkiye"nin parkur boyunca sayısının fazlalaştırılması,
3-Duş imkanlarının geliştirilmesi,
4-Bir sponsorla anlaşarak koşu tişortunun daha kaliteli hale getirilmesi,
5-Su istasyonlarının arttırılması (özellikle 15k sonrası)
6-Koşu sonrası verilen kitin biraz daha zenginleştirilmesi...

Evet madde madde yazınca daha derli toplu göründü sanırım. Şimdi yine İzmir koşu dünyasının muhtarı bazı arkadaşlar hemen diyecek "Bre zındık, kayıt ücreti yok, buna da şükretmen lazım". Hayır, azla yetindiğin sürece kaliteli bir organizasyona ulaşamazsınız. Büyükşehir Belediyesi'ne bu yarı maraton için minnettarız, daha iyisini yapabilmek için kayıt ücreti alması gerekiyorsa, alsın, sponsor bulması gerekiyorsa, bulsun. Ancak önümüzdeki sene bu seneden dersler çıkarıp daha iyisini yapmak hedefi olmalı Büyükşehir Belediyesi'nin. En başta saati geri çekerek başlayabilir, zira önümüzdeki sene daha erkenden bunun için uğraşacağız, başarılı olamazsak, yine 09'da olursa bu koşuya katılacağımı sanmıyorum, malesef...Koşuya katılan, finiş görebilen, göremeyen, otobüsle geri dönen herkesi kutluyorum, ambulansla hastanelik olan koşuculara da geçmiş olsun diyerek yazıyı noktalayalım. 4 Ekim Asics Çeşme Weekend'de görüşmek üzere...

Fotoğraflar: Burag Hamparyan


12 Ağustos 2015 Çarşamba

Koşu Kayıt Uygulamaları ve Strava




Uzun bir ara verdik, şimdi tekrar bir yazı ile karşınıza çıkalım. Bu yazıda sizlere biraz koşu kayıt uygulamalarından ziyade Strava'dan bahsedeceğim. Çok uzmanı olduğum söylenemez lakin endomondo, runtastic ve strava'yı kullanmış, halen de starva kullanan bir koşucu olarak bu uygulamanın artılarını eksilerini kalemim döndüğünce anlatacağım. Hedef kitlem hiç strava ile tanışmamış olanlar. Dolayısıyla Strava kullananların zaten Strava'yı tercih sebebi olan ve bildikleri özellikler bunlar, belirteyim.

Çeşitli facebook koşu gruplarında insanlar koşularını bu uygulamaların paylaşım linkleri ile paylaşıyorlar, haliyle bu paylaşımların altında koşucunun koşu performansını konuşuyoruz, ancak uygulamaların artı ve eksilerini konuşmaya fırsat kalmıyor. O sebeple bu yazıyı yazmaya karar verdim. Beni bu uygulama ile tanıştıran Kaan Bal ve Tufan Çapar'a burda teşekkürlerimi ileterek uygulamanın nasıl faydalı ve başarılı bulduğumu kısa yoldan belirtmiş olayım. "Hepsi aynı işi yapmıyor mu abi, gps takip, pace, yükselti, mesafe tamam işte, hepsi bunu yapıyor" dediğinizi duyar gibiyim, zira ben de böyle dedim uzunca bir süre. Ancak hiç kazın ayağı öyle değil.

Segment

Strava'nın en önemli artısı ve diğer uygulamalardan farkı, koştuğunuz parkurlarda diğer koşan insanların derecelerini görebilmeniz. O kişinin takip listesinde olun veya olmayın. Örnek vereyim, mesela bir parkurda koşuyorsunuz, 5 km'lik bir koşu yolu olsun bu. Strava'ya girdiniz, bir başka koşucu bu yolu segmentlere eklediyse, o parkurda koşmuş tüm strava kullanıcılarını hızlarına göre sıralıyor Strava. Sizi de derecenize göre bu listeye otomatik yerleştiriyor. Böylece hem kendi durumunuzu görüyorsunuz, hem de başka konşucuların, sizin koştuğunuz bölgede koşan diğer koşucuların durumunu görebiliyorsunuz. Bu da haliyle size ekstra bir motivasyon sağlıyor hem koşmak için hem de koşarken o listenin tepesine çıkabilmek için...




Diyelim ki bir yerde koştunuz, çok güzel bir koşu parkuru olduğunu düşünüyorsunuz ve Strava'da o parkurun segmenti açılmamış. Koşunuzu bitirdikten sonra create segment adımından parkur içinde koşunuzun istediğiniz bölümünden segment yaratabiliyorsunuz. Sizden sonra o parkurda koşanlar bu listeye ekleniyor derecelerine göre. Bunun ne faydası var diye düşünebilirsiniz, hemen anlatayım. Tatile gittiniz, bulunduğunuz bölge hakkında bilginiz yok, açıyorsunuz Strava'yı, haritadan segmentlere bakıyorsunuz, çevrenizde bulunan tüm popüler koşu parkurlarını görüyorsunuz. Böylece rota, parkur, bölge aramanıza gerek kalmıyor, segmentin başlangıcına gidip başlıyorsunuz koşmaya. Ne büyük kolaylık değil mi? Bu arada tatil bölgelerinde bulunan tüm segmentleri yabancı koşucuların açtığını ve çoğu segmentin silme yabancılardan oluştuğunu da belirteyim. Bizim tatil anlayışımız yatmak, adamların anlayışı spor da yapmak.




Kısaca segment takibi inanılmaz bir motivasyon kaynağı ve aynı zamanda diğer koşucular hakkında bilgi sahibi olma mecrası desek yeridir Strava için.

Bununla bitiyor mu, bitmiyor elbet, Challenge'lar, yani online yarışlar var sürekli. İster yükseklik kazanımı yarışmasına dahil olabilirsiniz ister 10k, yarı maraton, maraton yarışlarına girebilirsiniz. Hiçbiri olmadı aylık koşu mesafesi yarışlarına dahil olursunuz. Bu da bir motivasyon kaynağı, dünyada Strava kullanan kullanıcılar arasındaki yerinizi görür, sizden iyilerin derecelerini izleyebilir, bu insanları takibe alabilirsiniz. Aynı zamanda da sosyal paylaşım ağlarına hem bu yarışları hem de koşularınızı aktarabilirsiniz. Tabi koşularınızın altında facebook beğenisi gibi takipçilerinizden beğeni (kudos) alıp, yorumlarını okuyabilirsiniz. Bu anlamda bir facebook, twitter gibi de düşünülebilir, takipçileriniz, takip ettiklerinizle sürekli bir etkileşim içinde olursunuz.

Velhasıl, Strava koşu takip uygulamaları içinde hem donanımı, hem kullanım oranı, hem koşunuzun sınıflandırılması bakımından diğer uygulamaların hepsinden önde. Eğer "benim pace süremi mesafemi ölçsün, fazlasını benim ilgimi çekmiyor" diyenlerdenseniz her uygulama işinizi görür, ama beni motive edecek bir uygulama arıyorum derseniz adresiniz belli: Strava...

Eksi yanı nedir hemen onu da söyleyeyim, türkçe değil uygulama. Ama hiç zor değil, kısa sürede kavramları öğreniyorsunuz, iki kullanımdan sonra dil sorunu da kalmıyor. Bu arada işi biraz daha profesyonelleştirip gps'li saat aldıysanız, Garmin, Suunto, Tomtom, Timex, Fitbit, Microsoft band, Soleus gibi gps'li sporcu saatleri ve takip cihazlarından tek tuşla performansınızı Strava'ya aktarabiliyorsunuz...Uygulamanın adresi şu: www.strava.com, eğer takip etmek isterseniz benim adresim de şu: https://www.strava.com/athletes/9251485 Hadi bir deneyin derim, pişman olmayacaksınız...

8 Haziran 2015 Pazartesi

Kendi Koşuya Başlama Hikayem ve Sakatlık...

"Bende koşmak istiyorum ama nasıl başlamalıyım?"

Zaman zaman gördüğümüz, çevremizden duyduğumuz ve aslında bir dönem bizim de sorduğumuz bir soru bu. Kendimce bunun yanıtını vermek niyetiyle bu yazıyı yazıyorum. Bir anlamda kendi koşuya başlama serüvenim. Şimdi duyar gibi oluyorum "ne koşuyorsun da millete öneri veriyorsun" :) Ama öyle demeyin rica ederim, en nihayetinde yaptığımız doğrular kadar yanlışlar da var, onları paylaşmak adına bu yazı yine de değerlidir diye düşünüyorum.

Yaşım 40, 1 yıl öncesine kadar spora dair hiç birşey yapmıyordum. Bacaklar sadece yürümek içindi desek doğru olur. Geçen sene Temmuz ayında, koşu basketbol yüzme ve bilimum sporla haşır neşir arkadaşımız Umut Bengi bize ilk teklifi yaptı, "Avrasya Maratonu'na gelsenize" Daha önce hiç koşmamış, koşu namına ne yaptıysa lise yıllarında bırakmış, en fazla meslek icabı eylemlerde eylemcinin peşinden ya da polisin peşinden koşan biri olarak gülüp geçtim haliyle. Ben kim koşmak kim balonunun kafamın üstünde büyüdüğünü görüyordum. Umut peşini bırakmadı teklifinin, mevzunun koşmak değil öncelikle eğlenmek olduğunu, boğaz köprüsünü yürüyerek başka zaman geçemeyeceğimizi, ortamın festival gibi olduğunu anlatarak aklımızı çeldi. Yani işin eğlence kısmı çekmişti bizi, koşu kısmı değil. Hemen orda kaydımızı yaptık... ve unuttuk gitti...

Aradan ne kadar geçti bilmiyorum eylül gibiydi sanırım, "Yav gidip 10k koşmaya çalışacağız, bir kendimizi görelim, biraz idmanımız olsun, sürünsek de finişi daha az hasarla görelim" diyerek Karşıyaka Stadı'na yollandım. Ayağımda normal bir spor ayakkabısı, eşofman ile çevresi 400 metre olan tartan pistte 10 tur 10 pace ile yürüyüş, hemen sonrasında 2 tur yani 800 metre 7.5 pace ile koşarak startı verdim. Sonraki hafta ve sonraki hafta hep yürüyüş turundan bir eksiltip koşu turuna verdim. 10 hafta içinde 4-5 km 7-7.5 pace ile koşabilir vaziyete gelmiştim. Bu halde İstanbul'un yolunu tuttuk, Avrasya Maratonu'na startı verdik. Boğaz köprüsü, sonraki yokuş, akabinde gelen iniş, herşey sorunsuz gitti ve finişi gördüm. Hiç yürümeden, hep koşarak, eğlenerek 10k'yı bitirdim, derecem ise 68 dakikaydı...

İşte aşyı burda yedim...

10k'yı koşabilmenin bünyemde yarattığı o duygu, o tatmin duygusu, daha fazlasını isteme, kendimle gurur duyma, spor yapmanın verdiği huzur, binbir güzel duygu ile eve dönüyordum. Ama topallayarak...Tüm bacaklar hani "et kesti" denir ya, geciken kas ağrısı denen, kas fiberlerinin parçalanması, yerine daha güçlü kasların oluşması anlamına gelen o meşhur ağrıyla beraberdim. Bu arada farkettim ki ayak sol başparmağımın tırnağı morarmış. ta ta, hayırlı olsun ilk sakatlık da gelmişti böylece.

Sonrasında dinlenme, o tırnak niye karardı diye araştırma, doğru olmayan, sıkı ayakkabı nedeniyle o morarmanın olduğunu anlama ve hemen spor mağazasına gidip koşu fitnes kısmından bir hesaplı nike seçip alma dönemi geldi.

Ve antrenmanlar. ..

Artık koşuyu hayatıma sokma kararı almıştım, her hafta sonu Karşıyaka Stadı'na gidiyor, 6-7 km koşuyor, pace'lerimi aşağı çekmeye çalışıyordum. Artık pace 6-6 buçuk civarı 7.5 km seviyelerindeydim. Sonra bir hafta sonu koşusu yetmemeye, hafta arasına da bir antrenman koymam gerektiğini farkettim. Bir yandan koşu gruplarına üye oluyor, yayınları okuyor, araştırıyordum. interval diye de birşey vardı ama onla ilgili değildim hala...
Öğrendim ki bir uzun bir kısa koşu yapmak lazım haftada, hafta sonu uzun hafta içi kısa koşu ile devam ettim. Bu arada 2015 koşu planlamamı da yapmış, 1 mart antalya, 9 mayıs bozcaada, 30 mayıs cunda ve kasım'da tekrar avrasya ile 4 koşu planlamıştım. İlk hedef antalya idi. haftalar haftaları kovalarken benim artık hafta sonu 10k 5.4 pace, hafta içi 8k 6 pace ile bir standartım vardı. Biraz beslenmemi düzenlemiş, karbonhidratın önemini öğrenmiş, koşu öncesi sonrası esnetme ısınmanın hakkını verir olmuştum. Bu şartlarda Antalya'ya doğru yola çıktık, sıcak bir havada koştuk ve istanbul'a göre 9 dakikalık bir ilyileşme ile 59 dakikada 10k'yı koştum.
Artık hedefi büyütmüş, "sene sonu yarı maraton koşarım" diye mırıldanırken bulmuştum kendimi. Bu gazla pace'lerimi 5 lere çekme hedefi koydum öncelikle kendime, "10k'yı şöyle rahat rahat 5 pace ortalama ile koşayım, sonra km artışına geçerim" diyordum.

İşte zurna burda zırt dedi, yine...

Hafta arası koşumu cuma günü 8k 5 buçuk pace ile yapıp 24 saat geçmeden cumartesi günü takribi 16 saat sonra 12k 5 buçuk pace yapmaya kalkınca ilk sinyali dizim verdi. Koşuyu tamamlayıp arabaya doğru yürürken sağ dizimin dış tarafında bir ağrı hissettim. Dedim "normal, zorluyoruz, bunlar iyidir, vücut zorlanacak ki gelişecek." 2-3 gün bacağı açar kaparken, bir ağrı çektim sonra iyileştik. Hafta arasını pas geçmiştim. hafta sonu geldi 6.5 pace ile 10k koşayım derken 4. km'de topallamaya başladım. Hemen koşuyu kestim, baya baya dizim ağrıyordu. 2-3 güne geçer diye beklerken 1 hafta geçmiş, ağrı hala aynı yerinde duruyordu.
Bunun üzerine doktora gitmek gerek diyerek bir ortopediste gittim, mr falan, sonuç "menisküs arka boynuzda grade 2 yoğun dejenerasyon"...Doktor zaten 1.90 boy 93 kilo ile niye uzun mesafe koştuğumu anlamadı, ama "her menisküs olana da spor yapma dersek spor yapacak insan kalmaz" diyerek biraz beni rahatlatarak eve gönderdi.
Ödevim dinlenmekti. Tabi moral bozuk, eş dostla konuşma sonucu ortaya çıktı ki yanlış ayakkabı tercihi, koşu için yeterli olmayan bacak kasları bu sakatlığın başlıca sebebi ve tabi asfalt zemin. Bacak kasları ve tendonlar daha yavaş geliştiği için ve bacak kaslarını güçlendirici çalışmalar, hareketler yapmadığın takdirde sadece koşarak bunları geliştiremeyeceğin için tüm yük dizlere biniyor bu da menisküsün hasar almasına neden oluyordu. Bir dizlik, 1 aylık koşuya ara, dinlenme, antienflematuvar krem, kas gevşetici hap ile dizdeki ağırıyı geçirdik. Doktor tavsiyesi ise "koş ama tempolu değil" oldu. Bunun akabinde ise bir önceki yazımda anlattığım salomon ultimate cunda koşusu geldi ve gayet zorlu bir parkuru 1 saat 3 dakikada ağrısız sızısız bitirerek sakatlığı atlatmış oldum. Tabi bir adet yeni mizuno enigma 3 ayakkabı ve evde diz-bacak güçlendirici hareketleri spor hayatıma sokarak...

Kısacası herkes koşabilir, ben bunun en iyi örneğiyim aslında. Ciğerler, kalp ritmi vs hemen tempoya alışıyor, kendinizi dünyayı koşarak dolaşabilir gibi hissediyorsunuz ama bacaklar size orda dur diyor. O sebeple yapılacaklar belli, madde madde özetleyeyim, yazı da çok uzadı, bu şekilde bitirelim:

1-Önce gidin bir ayak analizi yaptırın, doğru ayakkabıyı alın.
2-Bir planlama yapın, hızınızı mesafenizi kademeli arttırın.
3-Vücudun yeri kilometre ve pace'e alışmasını bekleyin, sonra yükseltme yapın.
4-Koşarken yanınızdaki kişiyle sohbet ediyorsanız o tempo sizin temponuzdur. Soluk solugasanız kapasite üzerindesiniz demektir.
5-Beslenmeye dikkat edin, karbonhidrat ağırlıklı beslenin, koşudan sonra protein içeren besinler tüketin, susuz kalmayın.
6-Koşarken susama hissini beklemeyin, 2 km'de bir gibi bir aralıkta bir yudum su için...
7-Gaza gelin ama vücudunuzu dinleyin. sinyal verirse boşvermeyin, koşu hayatınız bitmesin...
8-Bacaklarınızı mutlaka güçlendirin...Yokuş antrenmanlarınızı hayatınıza mutlaka sokun...




4 Haziran 2015 Perşembe

Salomon Ultimate Cunda Koşusu ve Sonrası


2014 Avrasya Maratonu sonrası Türkiye Atletizm Federasyonu’nun sitesinde 2015 koşu takvimini incelerken gördüm Ayvalık Cunda koşusunu. 2015 için kendime bir koşu takvimi çıkarıyor, işi hem koşu hem gezme minvalinde kotarmaya çalışıyordum. 1 mart Antalya’da karar kılmıştım, 2 mayıs Bodrum Global Run mı, yoksa NewBalance Bozcaada’mı ikilemini Bozcaada’dan yana kullanıp 30 Mayıs Cunda ile bahar sezonunu kapatma kararı almıştım.

 Runatolia’da 10k koştuktan sonra antrenmanda menisküsü dejenere edince Bozcaada zaten güme gitmişti, hoş gitmek istemiş, ancak bir başka yazı konusu olacak şekilde kalacak yer bulamayıp takvimimden çıkarmıştım. Sakatlık sebebiyle Bodrum’u da pas geçmiş oldum. Elimizde Cunda kalmıştı kısacası. Dinlenme evresi, sakatlığı atlatma ve 30 mayıs tarihinin yaklaşmasıyla kendimi Cunda yolunda buldum.




Ortam beklediğim gibiydi, renkli bir ortam, hava, inceden serin olmasıyla, koşu için biçilmiş kaftan desek yanlış olmazdı. İkinci kez düzenlenen bu organizasyonda geçen sene koşmuş Tufan Çapar’a “biraz burası yokuş galiba” diyerek parkur hakkındaki bilgisizliğimi ele verdim. “Hoşgeldiiin hayırlı olsuuun” diyerek elimi sıkmasından parkur cehaletimin had safhada olduğu sonucuna vardım. Ki koşarken sorduğum “biraz yokuş değil mi” sorusunun ne kadar abuk olduğunu da anladım.

 Neyse, ilk startla beraber kafam kadar kayaların olduğu, traktörün bir nebze düzelttiği yolda koşmaya başladık. İlk asfalt olmayan, patika diyebileceğim koşum olması sebebiyle tavşan gibi sekmemi saymazsak eğlendiğimi bile söyleyebilirim. Önümde koşanı geçmek için risk alıyor, traktör tekerinin nispeten düzelttiği safety zone’dan, hiçbir aracın tekerinin değmediği yol ortasından seke seke önümdekini sollayıp ayağı burkmadan yine güvenli bölgeye dönüş yapıyordum. Haliyle önüme bakmaktan pace, hız, km vs. kontrolü bile yapamıyordum. Bu arada bastığımız yeri toprak diyerek geçmiyor, tanımaya çalışıyor, yerden güç alırken ayağımızın altındaki taşın sabit durmasını umarak yol alıyorduk. Bu arada 16k koşacak olan (birazdan anlatacağım nedenle koşamayan) Tufan’ı geçmiş, normalde yarı maraton koşan birinden daha tempolu gidiyor olmam da kafamı karıştırmaya başlamıştı. Ya o kendini koruyor frenleyerek gidiyordu, ya da ben yardırıyordum. O sıra pacelerimi kontrol ettim, beş buçuk civarı bir tempom vardı, ki bu benim açımdan hızlı demekti. Neyse ilk 4 km böyle giderken ilk eğimde Tufan beni geçti, aylarca koşmayıp sonra 10k’yı 1 saat altında bitirebilen Umut Cingi zaten ortalarda yoktu, yine kaptırmış gitmişti.

 Bu şekilde devam ederken zurnanın zırt dediği yere gelmiş, ilerde iki tane genç bizi dağa yönlendiriyordu. Bir yanlışlık mı var diye önümdeki yamaca bakar buldum kendimi, baya bir tepe tırmanma vardı önümüzde. Ankara Etimesgut’da askerlik yaparken, 500 rakımlı bir tepe vardı, istikamet yediğimizde bizi oraya sürerdi kadro’lar, eziyet niyetine. İşte  tam da öyle bir yamaç duruyor önümde. Strava’dan sonra buranın adının “bitirici yokuş” olduğunu öğrendim, ama her şey için çok geçti. hızlı tempo ile 4 km koşup bu bayıra vurunca kendimi, kalp atışlarımı kulaklarımda duyar hale geldim. Haliyle yürüme moduna geçtim. Neyse ki koşan yoktu. Bu şekilde yürüye yürüye 1 km’lik bu bölümü bitirdim ve su noktasına geldik.

İşte bir çuval incirin berbat edildiği yer de diyebiliriz bu noktaya. 5. Km’de bulunan su noktasında yol ikiye ayrılıyordu. Normal güzergahta hem 16 hem 10 koşanlar 9. Km’ye kadar beraber koşacak, tam daire tamamlanmak üzereyken 16 koşanlar dairenin ortasına doğru geriye bir dönüş yapacak, 5. Km’de bulunan su noktasına bu ikinci yoldan tekrar ulaşarak, yani 5-9 arasını iki kez kat ederek 16k’yi tamamlayacaklardı. Plan buydu ama bir hakem işi batırdı, 5 km’deyken 16k koşanları bu yola tersten soktu, biz 10k koşanlar ise düz devam ettik. Önde giden elit atletler, 16k koşanlar ters yola girmiş, 1-2 kilometre yanlış yolda koşmuşlardı. Sonra bir de ordan geriye dönüp 10k yoluna devam etmişler, sonra dönüş yapacakları yerden dönüşü yapmayarak finişe gelmişlerdi. Saçma sapan bir hal almıştı koşu. Kendi tempomu koruyarak finişe vardığımda 16 koşanların kimisi 12 kimisi 13 koşup finişe gelmiş, sıralama karman çorman bir hal almıştı. Haliyle sinirler yay. Bağıranlar, çağıranlar, para iyadesi isteyenler, sıralama açıklanmasın, iptal edilsin diyenler, bir sürü isyan…

Koca bir organizasyon yapıyorsunuz, bence çok zor ama bir o kadar da zevkli bir parkuru koşu dünyasına kazandırıyorsunuz, ama iki tabela koymak yerine tüm organizasyonun güvenliğini oraya diktiğiniz bir adamın sırtına emanet ediyorsunuz. Organizasyonun en büyük hatası bu oldu bana göre. Böylece kendi adıma, 1 saat 3 dakikada bitirdiğim 10k ile mutlu olmadım desem yalan olur. Zira sakatlık sonrası ilk 10k koşumdu ve bilseydim böyle zorlu bir parkur olduğunu muhtemelen koşmazdım. Ancak şimdi bakınca “iyi ki koşmuşum” diyorum. Seneye de gideceğim, zira sakatlık olmazsa aşmam gereken bir derecem var artık Cunda’da…

Önümüzdeki sene güzergah işaretleri kullanılmış bir parkurda, mümkünse bir silindirle mi olur, başka bir yöntemle mi olur zemindeki oynaklığı giderilmiş bir Cunda yarışında görüşmek üzere diyerek bu yazıyı da bağlamış olalım.

Not:Bir de eklemeden geçmeyeyim, fotoğraf işini özel bir şirkete vermişler, adamlar fotoğrafları sitelerinden satıyorlar. Önümüzdeki sene bir gönüllü arkadaş gelip güzergahta fotoğraf çekse güzel olur, parayla fotoğraf satmak nedir arkadaş…

Bostanlı Sahili'nde Tan Kızıllığında Bir Koşucu

 
oldum olası sevmişimdir ters ışık fotoğraf çekmeyi...

İlk yazı, ilk heyecan…


Çenesi düşük biriyimdir, ömrü billah böyle olmuştur bu. Önceden sadece konuşurken, sosyal medya çıktı çıkalı, ekran ekran yazıp sağa sola atıyordum, ancak blog fikri hep yabancı geldi bana. Bir yandan imrenmiyor da değildim. Özellikle bir konu üzerine uzmanlaşmış blogger’lerin bloglarından faydalanmayı da ihmal etmiyordum. Peki şu ekranın öte tarafına beni ne geçirdi derseniz, son bir senedir hayatıma musallat ettiğim koşma durumu beni sizin karşınıza getirdi desem daha doğru.

Zira koşu dünyası tam bir gayya kuyusu.

Son derece basit bir spor gibi görünse de, uzmanlık istemiyor gibi bir havası olsa da aslında bir çok değişkeni, bir çok özelliği ile aslında gayet komplike bir yapısı olan bir uğraş koşmak.

Bir senedir koşan birisi olarak ilk sakatlığımla birlikte yani son iki aydır koşu üzerine deneyimlerini yazan, paylaşan insanları mumla arar durumdaydım. Okumadığım site, bakmadığım blog, girip çıkmadığım facebook grubu, sayfası kalmadı. O kadar çok bilgi kirliliği, o kadar çok birinin ak dediğine biri kara dedi ki, “şu sakatlığı atlatır da koşmaya devam edebilirsem, bir blog açacağım, hem işin keyifli yanlarını hem sıkıntılarını hem ihmal edilen yönlerini hem işin sağlık boyutunu, kendi deneyimlerim ışığında yazacağım hem de katıldığım koşularla ilgili düşüncelerimi, deneyimlerimi paylaşacağım” dedim. İşte 1 aylık “menisküs arka boynuzda grade 2 yoğun dejenerasyon” sakatlığı sonrası ilk koşum Salomon Ultimate Cunda koşusu sonrası karşınızdayım. Sanırım koşmaya devam edebileceğim gibi görünüyor (umuyorum), o zaman bir sayfa açarak karşınıza çıkalım dedim. Bakalım, zaman gösterecek buradaki yolculuğumu…Bu girizgah gibi olsun, ikinci yazım cunda koşusu olacak diye düşünüyorum, sonra biraz sakatlığım, daha sonra da genel konular, beslenme, sağlık gibi konularda kendimce üfüreceğim. Şimdilik niyetim yazı yazmak, tumblr’yi keşfettikçe başka alanlara da dalabilirim, bilemiyorum. Ama dediğim gibi, ben uzman bir sporcu, koşucu değilim, 39 yaşında koşmaya başlamış bir amatörüm. Burda okuduğunuz herşey benim deneyimlerim, doğrusuyla, yanlışıyla…O yüzden “burda böyle demişsin bu yanlış, burda böyle yazmışsın, olur mu öyle şey” demeyin, deyin de, burasının bir running world magazine olmadığını bilin, burası benim deneyim sayfam, basit bir koşarcayım ben, üstüme gelmeyin efenim…